- Tarih
- Hatırat & Seyahatname
- İBRET_5
Akademik Tarih ve Fikir dergisi İbret, bu sayısında Mahmut Şevket Paşa’yı ve “vatan” kavramını, imparatorluğun son büyük buhranlarının tam ortasında mercek altına alıyor. Beyazıt Meydanı’ndaki suikast anını Servet-i Fünûn’un satırlarından, ardından gelen siyasî depremleri ise bugünün tarihçiliğiyle birlikte okuyan dosya, hem bir sadrazamın trajik sonunu hem de Meşrutiyet rejiminin kırılgan zeminini yeniden kuruyor. Cemal Paşa’nın hatıratı ışığında kaleme alınan makaleler, suikastın sadece “bir olay” değil, İttihat ve Terakki içi hesaplaşmalarla ve devletin bekası tartışmalarıyla örülü bir düğüm olduğunu gösteriyor. Bu ana eksenin çevresinde, Mahmut Şevket Paşa’nın askerî ve siyasî kariyeri, Meşrutiyet’in ilanındaki rolü, 31 Mart Vak‘ası’ndaki konumu ve İttihat ve Terakki’yle inişli çıkışlı ilişkileri ayrıntılı biçimde takip ediliyor. Paşa’nın hem Harbiye Nazırı hem sadrazam olarak imparatorluğun “yaşamla ölüm arasındaki” yıllarına damga vuran otoriter ama mesafeli duruşu, İttihatçılarla tam bir özdeşlikten ziyade, “muhafazakâr reformcu” bir çizgiye yerleştiriliyor. Suikastın ardından yürütülen soruşturmaların, sadece failleri değil, cemiyete muhalif çevreleri tasfiye eden bir mekanizmaya dönüşmesi ise, dönemin siyaset-hukuk ilişkisine dair çarpıcı sorular açıyor. Dosya, “vatan” kavramını yalnızca siyasî metinlerde değil, dönemin hissiyat dünyasında da izliyor. Namık Kemal’inHürriyet Kasidesi’nden yükselen “hürriyet, hamiyet, vatan” üçlemesi, İttihatçı kuşağın kendini tanımlarken başvurduğu başat referans olarak yeniden okunuyor; Hüseyin Cahit’in İttihat ve Terakki’yi “paylaşılmak üzere bulunan bir vatanı kurtarmak için milletin içinde vücut bulmuş bir isyan ve fedakârlık mahsulü” diye tarif eden satırları, bu neslin kendini nasıl gördüğünü berraklaştırıyor. Enver, Talat ve Cemal Paşaların vatan sevgisini “kan borcu”, “ölüm pahasına sadakat” diliyle kuran ifadeleri ise, vatanperverlik söyleminin hem yüceltici hem de yıpratıcı yanlarını aynı anda gösteriyor. Bu çerçeveye, “Türk şehidi”ni ve “yaralı vatan”ı anlatan edebî metinler de eşlik ediyor. İmparatorluğun son savaşlarında cephede vurulup şehit olan genç zabitlerin ardından yazılmış yazılar, fedakârlığın romantik diliyle toplumsal yorgunluğun iç içe geçtiği bir söylemi gözler önüne seriyor. Gülzâr ve benzeri mecmuaların sayfalarında vatan, hem “zulmün elinde inleyen mazlum ana”, hem de hürriyetin gelişiyle ayağa kalkması beklenen bir “yaralı aslan” olarak tasvir ediliyor; istibdat devrinin karanlığından 10 Temmuz coşkusuna uzanan duygusal salınım titizlikle çözümleniyor. İbret’in bu sayısı, vatan kavramını yalnız içeriden değil, dış ilişkiler cephesinden de tartışmaya açıyor. Kayzer II. Wilhelm’in İstanbul ziyaretlerini ve Türk-Alman yakınlaşmasını Osmanlı basını üzerinden izleyen çalışma, imparatorlukların birbiri üzerindeki nüfuz arayışını ve bu sürecin Meşrutiyet sonrası İttihatçı dış politikayla nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor. Veliahd Yusuf İzzeddin ile Abdullah Cevdet’in meşhur mülakatı ise, hanedanın zirvesinden yükselen eğitim, alfabe, modernleşme ve “akademya” tasavvurlarını bugünün okuruna açıyor; Latin harfleri tartışmasından, prenslerin yetiştirileceği özel mektep fikrine uzanan bir reform ufku çiziyor. Dosya, kronolojiyi Cumhuriyet eşiğine kadar taşımayı da ihmal etmiyor. “Galip Hoca” yahut Celal Bayar’ın evrak-ı metrûkesi üzerinden, Jön Türklerden Millî Mücadele’ye ve erken Cumhuriyet’e uzanan bir vatan sevdasının izleri sürülüyor; İttihat ve Terakki’nin çözülüş yıllarında, Halka Doğru Cemiyeti’nden halkçı-milli ekonomi tartışmalarına ve nihayet yeni rejimin kuruluşundaki fikrî sürekliliklere bakılıyor. Mondros sonrasındaki “elîm manzara”yı tasvir eden satırlar, imparatorluğun çöküşü ile yeni devletin doğuşu arasındaki ince çizgiyi bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Bütün bu metinler, son olarak, Fransız Devrimi’nin Robespierre’inden İttihat ve Terakki kadrolarına uzanan geniş bir eksen üzerinde yeniden düşünülüyor; Osmanlı tecrübesi bir çeşit “feodalizm tasfiyesi” olarak yorumlanırken, “vatan”, “hürriyet”, “millet” ve “ibret” kavramlarının bugünle konuşan anlam katmanları tartışılıyor. Sayı, “Ey millet! Artık ibret!” diye haykıran bir tarihî seslenişi bugünün okuruna taşıyarak, İbret’in adını da haklı çıkarıyor: Okuru, geçmişe sadece bakan değil, oradan ders alan ve yarına dair sorumluluk hisseden bir özne olmaya davet ediyor |
İBRET_5
Akademik Tarih ve Fikir dergisi İbret, bu sayısında Mahmut Şevket Paşa’yı ve “vatan” kavramını, imparatorluğun son büyük buhranlarının tam ortasında mercek altına alıyor. Beyazıt Meydanı’ndaki suikast anını Servet-i Fünûn’un satırlarından, ardından gelen siyasî depremleri ise bugünün tarihçiliğiyle birlikte okuyan dosya, hem bir sadrazamın trajik sonunu hem de Meşrutiyet rejiminin kırılgan zeminini yeniden kuruyor. Cemal Paşa’nın hatıratı ışığında kaleme alınan makaleler, suikastın sadece “bir olay” değil, İttihat ve Terakki içi hesaplaşmalarla ve devletin bekası tartışmalarıyla örülü bir düğüm olduğunu gösteriyor. Bu ana eksenin çevresinde, Mahmut Şevket Paşa’nın askerî ve siyasî kariyeri, Meşrutiyet’in ilanındaki rolü, 31 Mart Vak‘ası’ndaki konumu ve İttihat ve Terakki’yle inişli çıkışlı ilişkileri ayrıntılı biçimde takip ediliyor. Paşa’nın hem Harbiye Nazırı hem sadrazam olarak imparatorluğun “yaşamla ölüm arasındaki” yıllarına damga vuran otoriter ama mesafeli duruşu, İttihatçılarla tam bir özdeşlikten ziyade, “muhafazakâr reformcu” bir çizgiye yerleştiriliyor. Suikastın ardından yürütülen soruşturmaların, sadece failleri değil, cemiyete muhalif çevreleri tasfiye eden bir mekanizmaya dönüşmesi ise, dönemin siyaset-hukuk ilişkisine dair çarpıcı sorular açıyor. Dosya, “vatan” kavramını yalnızca siyasî metinlerde değil, dönemin hissiyat dünyasında da izliyor. Namık Kemal’inHürriyet Kasidesi’nden yükselen “hürriyet, hamiyet, vatan” üçlemesi, İttihatçı kuşağın kendini tanımlarken başvurduğu başat referans olarak yeniden okunuyor; Hüseyin Cahit’in İttihat ve Terakki’yi “paylaşılmak üzere bulunan bir vatanı kurtarmak için milletin içinde vücut bulmuş bir isyan ve fedakârlık mahsulü” diye tarif eden satırları, bu neslin kendini nasıl gördüğünü berraklaştırıyor. Enver, Talat ve Cemal Paşaların vatan sevgisini “kan borcu”, “ölüm pahasına sadakat” diliyle kuran ifadeleri ise, vatanperverlik söyleminin hem yüceltici hem de yıpratıcı yanlarını aynı anda gösteriyor. Bu çerçeveye, “Türk şehidi”ni ve “yaralı vatan”ı anlatan edebî metinler de eşlik ediyor. İmparatorluğun son savaşlarında cephede vurulup şehit olan genç zabitlerin ardından yazılmış yazılar, fedakârlığın romantik diliyle toplumsal yorgunluğun iç içe geçtiği bir söylemi gözler önüne seriyor. Gülzâr ve benzeri mecmuaların sayfalarında vatan, hem “zulmün elinde inleyen mazlum ana”, hem de hürriyetin gelişiyle ayağa kalkması beklenen bir “yaralı aslan” olarak tasvir ediliyor; istibdat devrinin karanlığından 10 Temmuz coşkusuna uzanan duygusal salınım titizlikle çözümleniyor. İbret’in bu sayısı, vatan kavramını yalnız içeriden değil, dış ilişkiler cephesinden de tartışmaya açıyor. Kayzer II. Wilhelm’in İstanbul ziyaretlerini ve Türk-Alman yakınlaşmasını Osmanlı basını üzerinden izleyen çalışma, imparatorlukların birbiri üzerindeki nüfuz arayışını ve bu sürecin Meşrutiyet sonrası İttihatçı dış politikayla nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor. Veliahd Yusuf İzzeddin ile Abdullah Cevdet’in meşhur mülakatı ise, hanedanın zirvesinden yükselen eğitim, alfabe, modernleşme ve “akademya” tasavvurlarını bugünün okuruna açıyor; Latin harfleri tartışmasından, prenslerin yetiştirileceği özel mektep fikrine uzanan bir reform ufku çiziyor. Dosya, kronolojiyi Cumhuriyet eşiğine kadar taşımayı da ihmal etmiyor. “Galip Hoca” yahut Celal Bayar’ın evrak-ı metrûkesi üzerinden, Jön Türklerden Millî Mücadele’ye ve erken Cumhuriyet’e uzanan bir vatan sevdasının izleri sürülüyor; İttihat ve Terakki’nin çözülüş yıllarında, Halka Doğru Cemiyeti’nden halkçı-milli ekonomi tartışmalarına ve nihayet yeni rejimin kuruluşundaki fikrî sürekliliklere bakılıyor. Mondros sonrasındaki “elîm manzara”yı tasvir eden satırlar, imparatorluğun çöküşü ile yeni devletin doğuşu arasındaki ince çizgiyi bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Bütün bu metinler, son olarak, Fransız Devrimi’nin Robespierre’inden İttihat ve Terakki kadrolarına uzanan geniş bir eksen üzerinde yeniden düşünülüyor; Osmanlı tecrübesi bir çeşit “feodalizm tasfiyesi” olarak yorumlanırken, “vatan”, “hürriyet”, “millet” ve “ibret” kavramlarının bugünle konuşan anlam katmanları tartışılıyor. Sayı, “Ey millet! Artık ibret!” diye haykıran bir tarihî seslenişi bugünün okuruna taşıyarak, İbret’in adını da haklı çıkarıyor: Okuru, geçmişe sadece bakan değil, oradan ders alan ve yarına dair sorumluluk hisseden bir özne olmaya davet ediyor |
